İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya düzeninde bir dizi önemli değişim gerçekleşti. Sömürge kimliğinin uluslara kabul ettirilmesinin zorlaştığı bu dönemde küresel düzeyde ortaya çıkan sömürge karşıtı ayaklanmalar, XIX. Yüzyıl dünyasına egemen olan ve etkilerini Hitler Almanyası’nın ortadan kalkmasına kadar sürdüren dünyada belirli ulusların ırksal üstünlük, ekonomik öncelik ve efendilik iddialarını bitirdi. Batılı devletlerin güçlerini önemli ölçüde kaybetmeleri sonucunda Asya, Afrika ve Güney Amerika`da dekolonizasyon süreci başladı.Bağımsızlık hareketleri ile birlikte dekolonizasyon süreci uluslararası ilişkiler sistemine çok sayıda yeni aktörün katılması ile sonuçlandı.Oluşan yeni süreçte iki kutuplu bir dünya şekillenirken, söz konusu kutupların dünyaya bakışı da önemli ölçüde değişti. Bir tarafta SSCB "dünya için komünist düzen''in oluşturulacağını, öte yandan ise ABD "dünya barışı adına toplumların demokratik oluşumuna'' öncülük yaptığını iddia ediyordu. ABD ve SSCB ortaya çıkan bu gelimşeleri kendi çıkarları ve politik propagandaları açısında desteklerken, 1947 yılından sonra iki kutuplu dünyada bir üçüncü taraf daha belirdi. Böylece, Hindistan, Pakistan, Endonezya ve devamında Asya ve Afrika`nın tamamını saran sömürge karşıtı ayaklanmalar ve yeni devletlerin ortaya çıkması sonucunda Üçüncü Dünya anlayışı da dünyanın gündeminde yer almaya başladı.1 Bağımsızlıklarını yeni kazanmış söz konusu bu devletler, dünya siyaset sahnesine çıktıklarında iki kutuplu dünya gerçekliğiyle yüzleşince kendi bağımsız yollarını çizmek adına bir dizi girişimde bulundular. Pankaj Mishra`nın "entelektüel dekolonizasyon'' ismini verdiği2 Asya ve Afrika`da yaşanan bu gelişmeler, büyük oranda kendi yolunu çizme girişimiydi.Zira, uluslararası siyaset sahnesine çıkan yeni devletler karşılarında bulunan seçeneklerden uzak durmayı yeğlemişlerdi. Bağımsız kalma isteği yeni devletlerin her iki Blok`un da maddi yardımlarına kuşkuyla bakmalarına veya yanaşmamalarına sebep olmuştu. Dolayısıyla bu kapsamda onlar için Bağlantısız kalmak demek Bağımsızlık demek idi.
Bu kapsamda, "bağlantısızlık'' (non-alignment) kavramının "tarafsızlık'' (neutrality) kavramı ile karıştırılmaması gerekmekir. Bu iki kavram kelime anlamı bakımından birbiriyle aynı olmasına rağmen onlar arasında uluslararası siyasi ortam açısından önemli bir fark bulunur.3 Yani "tarafsızlık'' bir tarafa bağlanmamayı ifade ettiği gibi, oluşabilecek bir sorun karşısında veya savaş durumunda kendi tarafsızlığını beyan etme tutumuyken, "bağlantısızlık'' söz konusu tarafsızlığın içerdiği çekimserliği yansıtmamaktadır.4 Yani "bağlantısızlık'' sadece savaş durumuyla ilgili değil; çok daha geniş kapsamlı politik ve diplomatik hareket serbestisini ifade etmektedir.5
Öte yandan İkinci Dünya Savaşı sonrası başdöndürücü bir hızla yolalan uluslararası ilişkiler sistemi bir dizi anlaşmalara, ittifaklara, paktlara ve aynı zamanda tezatlara sahne olmaktaydı. 1949 yılında kurulan NATO, 1950`li yıllarda biçimlenen SEATO, Balkan ve Bağdat Paktları dünyanın önemli bir kısmını askeri ittifaklar içine aldı. 23 Ekim 1954 tarihinde Paris Anlaşmasıyla Batı Almanya`nın egemenliğinin tanınması ve devamında NATO kapsamına alınması, 5 Mayıs 1955 yılında ise tekrar silahlanmayı öngören anlaşmanın yürürlüğe konulması SSCB öncülüğünde karşıt bir askeri ittifak olarak Varşova Paktı`nın ortaya çıkmasına neden oldu. Avusturya`nın bağımsızlığını kazanması, Uzak Doğu`da devam eden çatışmaların çözüme kavuşması ile 1954 yılında yapılan Cenevre Konferansı`nda uluslararası düzene etki yapacak bir dizi karar alındı.6 Kore Harbi sonrasında gerçekleşen Cenevre Konferansı`na bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş, nüfus oranı ve yüzölçümleri bakımından önemli konuma sahip bulunan Hindistan, Seylan, Pakistan, Birmanya ve Endonezya’nın davet edilmemesi söz konusu ülkeler arasında ilişkileri sıkılaştırdı.7 Zira bu ülkeler oluşan yeni dünya siyaseti karşısında kendi durum ve konumlarını netleştirmek zorunluluğunu hissediyorlardı. Başlangıçta iki önemli ideal onları bu ilişkiye itmekteydi: 1- Batı sömürge siyasetine karşı mücadele 2- Asya-Afrika devletlerinin bağımsızlıklarını koruma. Bu yönde ilk girişim Endonezya Başbakanı Ali Sastroamidijojo’dan geldi. Şöyle ki, 1954 yılı Mayıs ayında Endonezya, Sri Lanka, Hindistan, Pakistan ve Birmanya’nın devlet ve hükümet başkanları SriLanka’nın başkenti Kolombo’da toplandılar.8 İlk başta bu toplantı bir anlamda Asya’ya özgü bir girişim olarak gözüküyordu. Ama toplantı sonucunda yayınlanan bildiride Hindiçin’e tam bağımsızlık, Tunus ve Fas uluslarının kendilerini yönetim haklarının tanınması talepleri yer almakta idi. Böylece, bildirinin talepleri veya taahhütleri Asya ile Afrika arasında sömürge karşıtı bir işbirliği fikrinin oluşması için önemli bir alan açtı. Toplantıya katılan beş ülke, dışarıdan dayatılan komünist ve antikomünist müdahalelere kesin biçimde karşı çıkıyorlardı. Hindistan, Birmanya ve Endonezya açık biçimde bağlantısızlığı seçmişlerdi. Kolombo Toplantısı’nın Asya-Afrika halklarının tarihinde bir dönüm noktası olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle, dış güçlerin denetimi olmaksızın gerçekleşen toplantı "Asya Asyalılarındır'' düşüncesini oluşturmuştur.Toplantının hemen sonrasında Cenevre’de yapılan Hindiçini’de ateşkesin sağlanması ile ilgili müzakerelerin akabinde Hindistan lideri Nehru Vietnam’a resmi bir ziyaret gerçekleştirerek Ho Şi Minh’i fiilen Vietnam’ın lideri olarak tanıdı. Nehru Ekim 1954’te ise Asya-Afrika arasında ortak bir konferansın yapılması için Pekin’e gitti. Bu girişimlerin sonucunda Kolombo toplantısını gerçekleştiren ülkeler 1954 yılı Aralık ayında bu defa Endonezya’nın Bogor kentinde bir araya geldiler.9 Burada iki toplantı gerçekleştirildi ve yapılan ana toplantıda Hindistan, Pakistan, Sri-Lanka ve Birmanya devlet başkanlarının ortak kararı ile bir yıl içinde Bandung’da Asya-Afrika Konferansı’nın gerçekleştirilmesi için 4 maddelik prensip onaylandı.10 Asya-Afrika yakınlaşması idealinin başlıca üç önemli taşıyıcı lideri bulunuyordu. Bunlar Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdünnasır, Hindistan Başbakanı Cevahirlal Nehru ve Endonezya lideri Ahmed Sukarno idi. 1955 yılı Nisan ayında yapılan Bandung Konferansı’na Çin, İran, Irak, Türkiye, Libya, Sudan, Suriye, Suudi Arabistan, Ürdün, Yemen, Afganistan’ın da aralarında bulunduğu toplam 30 ülkeden 600 delege davet edilmişti.11 Konferansın amacı "ortak sosyal, ekonomik ve politik sorunları olan Asya ve Afrika ülkelerinin problemlerini tartışmak ve gelişimleri için ortak bir platform oluşturmak”tı.12 Jeopolitik ve jeostratejik konumlarından dolayı Türkiye, İran ve Irak adeta konferansta Batı tarafını temsil ediyorlar görüntüsü hasıl etmektelerdi.13 Konferansta öne çıkan başlıca konu Asya ve Afrika olmadan dünya barışının korunamayacağı fikriydi. Konferansa ev sahipliği yapan ve açılış konuşmasını gerçekleştiren Endonezya Devlet Başkanı Ahmed Sukarno katılımcılara şöyle seslenmişti: "Bu konferansın insanlığa önderlik edeceğini, barış ve güvenliğe ulaşmak için hangi yolu takip etmesi gerektiğini göstereceğini, yeni bir Asya’nın ve Afrika’nın doğmuş olduğunu kanıtlayacağını ümit ediyorum''.14 Konferans başkanlığına Endonezya Başbakanı Ali Sastroamidijojo seçilmiş, görüşmeler ve müzakereler sonucunda 29 ülkeden 24’nün katılımıyla Bağlantısızlık Hareketi’nin temelleri atılmıştı. Hiç şüphesiz Bandung Konferansı’nın tarihsel misyonu bakımından en önemli yönü uluslararası ilişkiler literatürüne yerleşmiş 10 önemli prensibi Bandung Prensipleri olarak bir daha gür sesle duyurmasıdır. Bu önemli prensipleri şöyle sıralayabiliriz: 1- Temel insan hakları ve BM Tüzüğü’nün amaçve ilkelerine saygı duymak. 2- Bütün ulusların egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duymak. 3- Tüm ırkların eşitliği ve büyük ve küçük tüm ulusların eşitliğinin tanınması. 4- Başka bir ülkenin iç işlerine karışmak veya müdahale etmekten kaçınmak. 5- Her ulusun BM Tüzüğü’ne uygun olarak, kendisini tek başına veya kolektif şekilde savunma hakkına saygı duymak. 6- Herhangi büyük bir gücün özel çıkarlarına hizmet etmek için toplu savunma düzenlemelerinin kullanılmasından, herhangi bir ülkenin diğer ülkelere baskı uygulamasından kaçınmak. 7- Herhangi bir ülkenin toprak bütünlüğüne veya siyasi bağımsızlığına karşı saldırganlık eylemlerinden veya saldırganlık tehditlerinden veya kuvvet kullanmaktan kaçınmak. 8- Bütün uluslararası uyuşmazlıkların müzakere, uzlaşma, tahkim veya adli uzlaşma gibi, aynı zamanda tarafların BM Tüzüğü’ne uygun olarak kendi seçeceği diğer barışçıl yollarla çözüme kavuşturulması. 9- Karşılıklı çıkarların ve işbirliğinin teşvik edilmesi. 10- Adalete ve uluslararası yükümlülüğe saygı duymak.
Bandung Konferansı’ndan sonra Bağlantısızlık Hareketi’nin örgütsel gelişimi açısından 1961 yılı 5-12 Haziran tarihlerinde Kahire’de yapılan hazırlık toplantısı ve aynı yılın 1-6 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen kurucu toplantı sayılan Belgrad Konferansı son derece büyük öneme sahiptir. Belgrad Konferansı’ndan sonra Cemal Abdünnasır ve Josip Tito faktörlerinin de büyük etkisi ile Bağlantısızlık Hareketi’nin veya Üçüncü Dünya’nın dünyada büyüyen diplomatik önemi daha da belirginleşmiştir. Söz konusu bu toplantılar sonrasında Hareket’in mahiyeti şöyle belirlenmiştir: 1-Bağlantısızlık farklı siyasal ve toplumsal yaşam biçimine sahip ülkelerle barış temelinde bir arada yaşama politikasını izlemektir; 2-Bağlantısızlık tüm halkların ulusal bağımsızlık haklarını ve hareketlerini desteklemektir; 3-Bağlantısızlık Doğu-Batı veya benzeri askeri ittifaklarda yeralmamaktır; 4-Söz konusu çatışma içinde bulunan askeri ittifaklardan biriyle işbirliğine gitmemek, aynı anlama gelecek bölgesel savunma paktlarından da imtina etmektir; 5-Kendi ülkelerinde askeri ittifakların yararına olacak üslere olanak tanımamaktır.15
1979 tarihli 1.Havana Bildirisi ile Bağlantısızlık Hareketi’nin üye ülkelerinin ulusal bağımsızlığı, egemenliği, toprak bütünlüğü ve güvenliğinin önemi bir kez daha teyit edilmiş, bu ülkelerin sömürgecilik, yayılmacılık, ırkçılık ve her türlü dış baskı, sindirme, istila, işgal ve müdahaleye karşı ortak kararlılıkları bir daha vurgulanmıştır.
Bağlantısızlık Hareketi Soğuk Savaş döneminde ortaya çıksa da, SSCB’nin dağılmasının ardından dünyada devam eden gelişmeler sırasında ve günümüz çağdaş dünyasında önemini kaybetmemiştir. Bilakis BM’den sonra dünyada en çok devleti bünyesinde bulunduran Hareket, küresel sorunların dillendirilmesi ve çözümünde önem ve etkinliğini korumaktadır.
Azerbaycan ve Bağlantısızlık Hareketi
120 üye devlet, 17 gözlemci devlet ve 10 uluslararası örgütü gözlemci statüsünde bünyesinde bulunduran Bağlantısızlık Hareketi’ne Azerbaycan 26 Mayıs 2011’de tam üye olmuştur. Hareket’i Azerbaycan için çekici kılan hiç şüphesiz onun Prensipleri’dir. Azerbaycan için uluslararası hukukun egemenlik, bağımsızlık, toprak bütünlüğü ve iç işlere karışmama prensiplerivaroluşsal kırmızı çizgiler addedilmektedir. Ermenistan tarafından işgal edilen ve yağmalanan Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ ve çevre bölgeleri ile ilgili soruna adalet ve uluslararası hukuk normları çerçevesinde çözüm bulmaya çalışan Azerbaycan Diplomasisi için Bağlantısızlık Hareketi gibi büyük ve etkili platform son derece büyük önem arzetmektedir. 13-18 Eylül 2016’da Venezuela’nın Margarita adasında gerçekleştirilen Hareket’in 17. Zirve toplantısında oybirliği ile alınan karar doğrultusunda Azerbaycan 25-26 Ekim 2019 tarihleri arasında Bakü’de gerçekleştirilecek 18. Zirve toplantısına ev sahipliği yapacak ve 2019-2022 yılları arasında Hareket’e başkanlık görevini üstlenecek. Bakü’de düzenlenecek olan bu Zirve’nin önemli taraflarından birisi de 1989’da Belgrad’da eski Yugoslavya’nın başkanlığında yapılan toplantıdan sonra ilk defa Hareket’in Avrupa coğrafyasına geri dönmesidir.16 Hareket dahilinde ikili ve çok taraflı ilişkilerini geliştiren Azerbaycan Diplomasisi üye devletleri Dağlık Karabağ sorunu ile ilgili doğru bir şekilde bilgilendirmeyi ve 2012’den beri Hareket’in Dışişleri Bakanları toplantıları ve Zirve toplantılarının nihai belgelerine Azerbaycan’ın haklı konumunun desteklenmesi ile ilgili hükümlerin dahil edilmesini başarmıştır. Üye devletler ile tarihi, dini, sosyal, kültürel ve geleneksel ilişkileri bulunan Azerbaycan, Hareket’in dönem başkanı olarak önceliklerini şöyle belirlemiştir: 1- Hareket’in üye devletleri arasında birlik ve dayanışmanın güçlendirilmesi; 2- Hareket’in uluslararası alanda etkinliğinin daha da güçlendirilmesi; 3- Bandung Prensipleri’nin desteklenmesi.17 Aslında Bakü’de düzenlenecek 18. Zirve toplantısının konusu bu kapsamda bize çok şey söylemektedir: "Bandung Prensipleri’ne dayanarak modern dünyanın problemlerine ortak ve yeterli bir cevap verilmesinin sağlanması”. Dönem başkanlığı sırasında Azerbaycan Diplomasisi, yukarıda belirtilen başkanlık öncelikleri doğrultusunda üye devletler arasında dayanışma ve ortak tutumun sergilenmesine çalışacak.Azerbaycan bu kapsamda üye devletlerin BM Güvenlik Konseyi’ndeki faaliyetlerini koordine edecek. Bu amaçla Azerbaycan Cumhuriyeti BM Daimi Temsilciliği’nin bu asil görevi başarıyla yerine getireceğine emin olabiliriz.
Hareket’in 3-6 Nisan 2018 tarihlerinde Bakü’de gerçekleştirilen Bakanlar toplantısında Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in dile getirdiği bu ifadeler çok önemlidir:18 "Hepimiz bağımsız hayat sürmeyi arzuluyoruz. Hiçbirimiz birilerinin bizden ne yapmamız gerektiğini talep etmesini, işlerimize karışmasını, bize emir vermesini istemiyoruz.Bunun için bizler güçlü olmalıyız. Biz yalnız birlik olduğumuzda güçlü olabiliriz.''
Dr. Elsevar Salmanov
Newtimes.az
Baxış sayı: 614